Küfür Etmenin Erkekler Üzerindeki Pozitif Etkisi

"Bu dahil bütün genellemeler yanlıştır" - Nietzsche

Küfür etmenin erkekler uzerindeki etkileri negatif ve pozitif olabilmektedir.
Negatif etki mor bir göz olarak insana geri dönebilir fakat bazen de pozitif etki yaratıp "ağzı laf yapana" avantaj sağlar.

Laboratuvar şartları:
- Erkek erkeğe bulunulan ortamlar. (Bayanların yanında ters tepki verir)
- Mümkünse arada samimiyet bulunması.
- Samimiyet yoksa ast-üst ilişkisi bulunması.

Örnek Tespitler:
Askerlik: Askerde iken "yerleri süpürebilir misiniz?" diyen bir çavuşa hiç kimse saygı duymaz . Fakat. "Şuraları süpürün mına goyum" dediğiniz zaman milletin koşuşuturduğunu görebilirsiniz.
İş Yeri: - "Şunların fotokopisini çekebilir misin?" dediğinizde suratınıza mal mal bakan personele "Ziktiret o işi, gel bana yardım et, şunlardan birer tane çek, zkecem bu herifi" dediğinizde arkadaşınız ya da personeliniz kuzu kuzu fotokopi makinasına doğru gider.
Arkadaşlık: - "Şunu bu akşam bana ödünç verebilir misin?" dediğinizde arkadaşınız sahip olduğu şeyi size vermez fakat "bi s.git lan, ne biçim arkadaşsın olm" dediğiniz zaman tıpış tıpış verir.

Örnekler çoğaltılabilir ve böyle bir tespit yapılabilir. En çok askerlikte işe yarar.

Hatta örneklere devam edelim:
- Sana bir dosya göndericem bir bakabilir misin?
- Ya abi şimdi meşgulüm biraz.
- Oku lan .mına koyum adamı hasta etme

ve o dosyaya % 90 ihtimalle bakılır.

Hadi ağzımızı bozduk bari argo bir sözü de yazıp rahatlayalım.
Sonuçta ne yazıyorsak psikoloji falan filan için yazıyoruz.
Alışın Kuvvetli Olması
Argo sözdür. Genellikle erkekler arasında kullanılır. Bir erkek başka bir erkeğe bir iş yaptırırken, işi yapacak olan kişi huysuzluk ederse kullanılır.
İlginçtir ki işe yarar.
Örneğin şu şekilde sıkça kullanıldığı tespit edilmiştir:
- Al şunları yerden raflara diz.
- Niye ben alıyorum?
- Senin alışın kuvvetli olm. Bi'şey olmaz.
(ve o kişi genelde onları yerden alıp dizer)

Mantığın Bittigi Yerde Askerlik Başlar

O kadar öküzü idare etmek için kuralların iq 60 seviyesine göre tasarlanması normal olduğu için mantıksız önermedir.

Disiplin, eş zamanlı hareket, eşit askeri bilgiye sahip olmak bir ordunun kalitesini belirler. Bir hareketi bir kerede de öğrenen adam var. Bin kerede de. Hatta hiç öğrenemeyen de var. Fakat olası savaş halinde yanınızdaki asker sizinle aynı disiplin altında değil ise ve yapması gerekeni hem bilmiyor, hem de yapamıyor ise işte o zaman siz daha kolay bir hedef haline gelirsiniz. Bu sebeple insanlar zaten genel anlamda kabaca zeka gruplarına göre faklı pozisyonlarda, farklı görevlerle değerlendiriliyor. Fakat eğitimler ve kuralların konulmasında iq 60 mantığına göre düzenleme yapılıyor.
Ağaca selam vermek mi? Evet adam selam vermeyi öğrenemediyse ya da disiplinsiz ise yaptırılır. Kafası çalışan adama zaten böyle bir şey yaptırılmaz. Kaza yapan ya da görevini yapamayan askeri teçhizata ceza verilmesi mi? Evet savaş anında çalışmayan askeri araçlar eğitim birliklerine gönderilir. Cepheden uzağa, olası bir çatışmada gene çalışmama ihtimalinin önüne geçmek için yenisi ile değiştirilir.

(Ben eğitim çavuşluğu da yaptım. Ne çektiğimi ben bilirim.)

Yönetim

Tarih boyunca insanları yönetmenin tek bir yolu vardır. O da "içlerinden bir tanesini oyunun dışında bırakmak". Eski çağlarda bu olgu kurban ve cinayet şeklinde uygulanırken çağımızdaki uygulamalar daha softtur. Örneğin kurallara uymayan futbolcuyu kırmızı kart göstererek atarsınız ya da alkollü araç kullananı trafikten men edersiniz yahut kamu düzenini bozan kişiyi hapse atarsınız.

'İnsanları korku ile yönetmek' insani gözle değerlendirildiğinde iyi bir şey değildir fakat yönetim bilimi açısından değerlendirildiğinde insanların, 'kurallara uymadıklarında oyunun dışında kalacaklarını, dışarıdan seyredeceklerini' bilmeleri ya da kurallara uymayanlara verilen cezaları görmeleri gerekir.

Bir örnekte iş dünyasından. Gözlemlediğim iki şirket var. Bir tanesi her sene ortalama bir iki personeli 'performans düşüklüğü ve yetersizlik' sebebiyle işten çıkartıyor. Diğer firmada ise devlet ile uzaktan bir akrabalığı bulunduğu için işten çıkartma vakaları sık görülmüyor.

Şimdi, insani gözle bakıldığında, bir insanın işine son verilmesi son derece kötü bir olay fakat verilen örnekteki şirketler incelendiğinde işten çıkartma eğilimi gösteren şirketin personelinin iş açısından daha diri, titiz ve çalışkan olduğu görülebilir. Fakat iş garantisi olan şirkette ise bir işinizi yaptırmak ölümden beterdir. Sürekli personelin kişisel kaprisleri ve uyuşukluğu ile boğuşursunuz.

Bu sebeple 'yönetici' olacak kişilerin İngiliz mantığıyla ipi sağlam, Arap mantığı ile kılıcı keskin olması gerekir.

Keyfi uygulamalar mı? O zaman da yöneticinin yöneticisinin kılıcı keskin olmalıdır.

"Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir."
- Mustafa Kemal Atatürk -

İş Namustur

İnsanın iç huzuru yakalayabilmesi için edinmesi gereken ilke.
Hayatta bir çok şeyden vazgeçebilme, fedakarlık edebilme yetisi.
Yediği ekmeği rahatlıkla sindirebilme.
Dimdik durabilme yeteneği.
Onurlu yaşam.

Sana Tokat Atana Diğer Yana Uzat

Hıristiyanlık inancı ile dünya kültürüne geçen ifadelerden bir tanesidir.
Konu ile ilgili yaptığım araştırmada matta incilinde aşağıdaki ifadeyi buldum.
Matta 5:39
"ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin."
Yorum: Hıristiyan inancında olan bu fikri incelemek ihtiyacı hisseden kişinin -tüm araştırmalarda olduğu gibi- sadece bu ifadeye değil öncesi ve sonrasındaki ifadelere de bakması gerekir.

Matta incilinin ilk kısımları öğütleri içermektedir. Kabaca özetlersek düşmanlarınızdan nefret etmeyin, günah işlemeyin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin, size vurana sağ yanağınızı gösterin...

Kutsal kitaplar her zaman iyiyi doğruyu söylerler fakat insanlar bu öğütleri bu doğruları işlerine geldiği gibi algılarlar.
Bu öğüt de bu öğütlerden biridir ve her zaman olduğu gibi dönemine göre algılanmıştır.
Mesela günümüzde tokat atanı bombardımana tabi tutmak gibi!!!
ya da gene İncil'de bulduğum Romalılar 12:9-21 "...Düşmanın acıkmışsa onu doyur, susamışsa su ver..." ifadesi gibi.

(Bkz: Guantanamo üssü)

Edebiyat

Betimleme, edebiyatın en önemli unsurlarından bir tanesidir.
Okuduğunuz bir kitaptaki (bir edebi eserde) hikayede;
Çocuk, adam yada kadın bir memurun yada görevlinin önündedir. Görevli onunla ilgilenmez bile. Yazar da o kişiyi betimlerken yerin dibine sokar. Örneğin:
"... bit pazarından alındığı her yerinden belli olan bir ceket ve camları puslu bir sonbahar sabahı gibi kirli gözlükler takan görevli ..."
Bu ne aşağılama be! Ne var ulan? Ben de aynı durumu yaşıyorum çoğu zaman. Hiç kimse diyor mu? O adamı o hale nasıl getirmişler? Kaç paraya o işi yaptırıyorlar? O an ne ile uğraşıyor da müşteri ile ilgilenemiyor diye... Yeter be!

Güzel Kızlar Osurur mu Sorunsalı

"İçinde bok taşır bu insan".
Evet insanoğlu içinde bok taşır.
En güzel kız da olsa, en yakışıklı insan da olsa içinde bok da taşır osuruk da!

Çisim Geldi

Forrest Gump filminde kullanılan bir espridir. Forrest (Tom Hanks), her heyecanlandığında (ABD Başkanı'nın karşısında bile) "çişim geldi" diyerek ortamdan uzaklaşmaktadır.
Filmin içinde hoş bir espri olarak bulunmaktadır.
Çünkü filmde bulunan zekası gelişmemiş Forrest Gump karakteri için uygun bir davranıştır. (aynı şekilde koşarak Amerikayı bir uçtan bir uca dolaşması, her şeyi bırakıp karides işine girmesi v.s. gibi)
Bu espriyi ilk olarak şarkıcı Tarkan Tevetoğlu tv kameraları karşısında kullanmıştır. Daha sonra da Deniz Akkaya aynı yanlışa düştü.
Şahsen ayıp olarak nitelendiriyorum. Ayıp Tarkan ve Deniz çok ayıp.
Farketmediniz belki ama filmdeki zekası gelişmemiş bir karaktere benzemeye çalışıyorsunuz. Yapılan hareket onun için normal ama ya sizin için?
Sonuçta siz milyonlarca gözün örnek aldıkları kişilersiniz.

Haç Kolye Takan Müslüman

Ama ama ama ama ama sen şimdi böyle 2 yaşından itibaren çocukların beynine;
- Şoovalyelik, (Ben Arthur'um lan, sen büyücü ol)
- Büyücülük, (burası da Sırlar Odası olsun, evciliği daha sonra oynarız, Belâ Nur. Sen şimdi bin şu süpürgeye. Sen cadı ol.)
- Vampir Hikayeleri, (Vampirden kaçan bir genci gördüğünüz bir filmi izlerken, hadi lan kiliseye gir de kurtul diye düşünmediniz mi hiç?)
- Şükran günü yemeği, (Ayy Jack'i de çağırmadılar bak gene)
- Günah çıkartma, (Bak görüyor musun Nichol'ü. Şimdi hayatına yeniden başlayabilir, arada yapmak lazım kız, valla)
- Yatağın kenarında diz çöküp dua etme, (Aferin Mel Gibson'a. Bak ne iyi baba)
ve saire... soktuktan sonra niye şikayet ediyorsun ki benim Canım Türkiyem.
Çocuk sana mı inanacak televizyona mı?
Tabi ki televizyona!!!

Golf

Sevgilim bir okulda öğretmen. Bir anektod anlattı. Ders sırasında, 5 sınıflara kitaptaki çelik çomak oynayan çocukları göstererek sormuş:
- "Bu resimdeki çocuklar ne yapıyorlar?". Çocuklar hep bir ağızdan:
- Golf oynuyorlar öğretmenim.

Sor bakalım kaç tanesi hayatı boyunca bırak golf oynamayı, canlı olarak golf seyretti?
Kültür gitti diyorum da kimse beni iplemiyor!!!

Issız Adaya Düştüğünde Yanına Alacağın 3 Şey

En meşhur geyiklerden birisidir. Daniel Defoe'nin Robinson Crusoe'si ile (-ki o da çalmış diyorlar) kütüphanelerimize, çizgifilmlere, filmlere ve dağarcığımıza girmiş, sonra ikili sohbetlerin ardından internet forumlarının en meşhur geyiklerinden biri olmuştur. Aslında olay insanın ıssız adaya düşmesinden çok, sınırsız istek hakkı olsa en çok nelere sahip olmak istediğini sorgulamasıdır.

Hayatta en çok neye %100 sahip olmak istendiği sorgulanır. Çünkü insan sevdiği bir şeyin mutlak mâliki (tek sahibi) olmak ister.
Buradaki ıssız ada, mutlak hakimiyeti temsil eder.

Tabi soruyu "mutlak hakimi olmak istediğin üç şey nedir?" diye sorunca "ne diyon lan sen?" cevabını almak kaçınılmaz olduğu için anket ve tatil ambiansı verilerek, "ıssız adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir?" şeklinde sorulmaktadır.

HIH!!!

Tatileden dönüyorsundur. Kaldığın otelde bir sürü Rus, Ukraynalı bayan gözünün içine bakar. Tabi haliyle dötün kalkar. Sabah otelde kahvaltıyı yapar öğlen uçağa binersin.
Öğleden sonra İstanbul'da Metro'dasındır.
Bir yarmagül kız ile tesadüfen göz göze gelirsin. Yarma gül suratını azdırarak başka bir yöne kafasını çevirirken omuzlarını üff der gibi hafifçe sallar ve "hıh!" der ve o kalkmış dötün tekrar yere iner.
Canım Türkiyem :)

İş Başvurusu - Siyasi Görüş

Bir arkadaşım vasıtasıyla bir iş başvurusunda bulundum. Arkadaşım maille, müdürün, "Neci bu çocuk? Siyasi görüşü ne? Nurcu mu?" diye sorduğunu iletmesi üzerine aşağıdaki cevabı yazdım:

Ekmek parasının bu kadar zor kazanıldığı bir ülkede bu kadar çok siyasi akım varken ne olduğumu ben de bilmiyorum. Ben sana seçenekleri sunayım. Sen karar ver:

Eğer 'Nurcu' olmam gerekiyorsa;
Öteler ötesinden şualar görüyormuş dersin o anlar.
Üniversite hazırlıkta "abilerin" evinde kampa girmiştim. Paramız olmadığı için dershaneye gidemedim. Kendim çalışarak üniversiteyi kazandım. Üniversite de gene paramız olmadığı için "abiler" in yurdunda ya da evinde kalamadım. iki arkadaş bir kapıcı dairesi kiraladık. Ben köyden getirdiğim sebze ve meyveleri pişirerek 4 yıl hayatta kaldım. Evimde Risale-i Nur külliyatına ait tüm kitaplar mevcut olup istenilmesi halinde iki hafta içinde Nurcu olabilirim.

Eğer 'Radikal İslamcı' olmam gerekiyorsa;
Hak geldi batıl zail oldu dersin o anlar.
Faziletçi geçmişim. Lise yıllarında Refah Partisi Zeytinburnu Video Hizmet Biriminde Necmettin Bey ile çalıştım. Görevim, esnaftan toplanan ses ve video kasetlerine Şevki Yılmaz'ın konuşmalarını kaydedip, etiketlerini değiştirip tekrar halka dağıtmaktı. Yaklaşık 1 sene sonra 60 lık porno kasetlere 45 lik Şevki Yılmaz konuşmalarını kaydedip dağıttığım için 15 dakika porno izlemek zorunda kalan esnafın şikayetleri üzerine işten atıldım.
Ayrıca üniversitede başörtüsü eylemi olduğu gün kalabalığın içinden ilerleyip derse gitmeye çalışırken polisin müdehale etmesi üzerine ezilme tehlikesi yaşadım.
arapça bilmiyorum ama okuyabiliyorum. osmanlıcam iyi. Rahmetli Abdussamed'i dinlerken ağlıyorum.

Eğer 'Muhafazakar' olmam gerekiyorsa;
Personel Yönetmeliği bir kere delinmekle bir şey olmaz dersin o anlar.
Lise yıllarında, seçim yasakları başlamışken para karşılığı Anavatan Partisi afişlerini asarken polise yakalandım ve dayak yedim.
ayrıca benim dedem vakti zamanında demokrat partide çalışmış. diğer dedem nakşibendi. menzil'e gider her sene.

Eğer 'Milliyetçi' olmam gerekiyorsa;
Güneş dil teorisi ile ilgili araştırma yapıyormuş de o anlar.
Üniversite yıllarında sol görüşlü öğrencilerin kantinimizi basması sırasında yanımdaki iki tane çıtır kızı korumak için havada uçuşan sandalyelerin arasına daldım. Ayrıca çok sağlam milliyetçi dostlardan torpilim var. şu anki işime de bu torpille girdim zaten. Bir de ya sev ya terket.

Eğer 'Sol Görüşlü' olmam gerekirse:
Cumhuriyet elden gidiyor de o anlar.
Cumhuriyet mitinglerine katıldım.

Eğer 'Entel Dantel' olmam gerekirse:
Dünya klasiklerinin hepsini okudum. Mesela pek fazla kişi bilmez, Fyodor Mihailovic Dostoyevski, kumar borcunu ödemek için o mükemmel kitapları yazıyordu.
Bir de mesela herkes Carpe Diem'i Anı Yaşa olarak bilir ama orjinali "carpe diem, quam minimum credula postero"dur yani anlamı "gününü yaşa, yarına olabildiğince az güven" olan sözdür.

Eğer 'Tayyipçi' olmam gerekiyorsa
Elhamdülillah müslümanım. Ben para kazanmaya başlayıp, siyasi akım ve partilerden uzaklaştıktan sonra partiyi kurduğu için Tayyipçi bir geçmişim maalesef ki olmadı ama torpil bulmak kolay olduğu için bulabilirim. Ayrıca halkın seçtiğine saygı duymak lazım.

Özgürlük

"Özgürlük, diğer insanların özgürlük sınırlarında biter."
Özgürlük her insanın her istediğini yapabilmesi, konuşabilmesi değildir.
Eleştri yapmak ile küfür etmek, aşağılamak arasında dağlar kadar fark vardır.

Issız bir adaya düşseniz, yanınıza alacağınız üç şey dışında bir de size özgürlük bonus olarak verilir. Dal-tarak gezme özgürlüğünüz vardır. İstediğiniz yere sıçma, istediğiniz yere tükürme özgürlüğünüz vardır.

Ama ıssız adaya birden çok kişi düştüğünüzde, özgürlüğünüzü sınırlandırmanız gerekir. Diğer insanların size saygı duyması, sizin diğer insanlara saygı duymanızla başlar. Karşınızdaki insanın yere balgam atmasından hoşlanmıyorsanız bunu yapmaması için kural koyarsınız. Karşınızdaki kişi de bir kural koyar ve düzen sağlamak için kurallar bütünü içinde özgürce yaşarsınız.

Gelişmiş ülkelerde en önem verilen husus kamu düzenidir. Kamu düzeni, toplumsal yapıya uygun olarak geliştirilmiş kurallar bütünüdür. Toplumdaki bireylerin düzenli bir şekilde yaşaması ve rahatsızlık duymaması için ortak sevmedikleri şeylerden oluşturulur. Bu kurallara herkesin uyması halinde sürtüşmeler olmadan toplumsal düzen ve yaşam şekli kurulur.

Örneğin özgürlük adı altında aracınızı istediğiniz yere bırakamazsınız ya da sokağın ortasına sıçamazsınız. Kamu düzenini sağlamakla görevli birileri çıkar ve kamu düzenine aykırı davranışları izole eder.

Serçeler

Yorum yok! Sadece huzur var...



Hayata Dair Anahtar Kelimeler

Hüzün
Sonbahar ile özdeşleştirilen, insanın hareket kaabiliyetini kısıtlayıp bakışlarını donuklaştıran duygu.

Güven
Bir kere kaybedildiği zaman bir daha asla yerine gelmeyen hayatın en önemli unsuru.

Gurur
İnsanın karakterini belirleyen, bazı durumlarda şerefle yaşamasına, hayat karşısında dimdik durmasına, bazen de gereksiz yere yapılması ile insanların kırılmasına, yalnızlaşılmasına yol açan duygu.

"Ekmeğimi taştan çıkartırım. Kimseden para almam. Eşime, işime, aileme laf söyletmem. Dinime, imanıma, vatanıma laf söyletmem..."
Aferin bana... Doğru gurur...

"Ben güçlüyüm. Beni kimse ezemez. Kimse bana laf söyleyemez. Kimse bööö yapamaz..."
Has..ir lan ordan...!

Kıskandırmak
Çoğu zaman sevginin bitmesine sebep olan ama kıskandıran tarafın 'terkedildiği gün' anladığı saçma sapan gereksiz olay.

Dost
Düştüğünde bırakmayan kişidir. O düştüğünde senin bırakmadığın ama sen düştüğünde arkasına bile bakmayan kişi ise dost değildir.

Farkındalık
Türk Dil Kurumu tarafından 'farkında olma durumu' olarak karşılanan kelime.
Farkındalık acı veren bir durum. Acıtan, yaralayan, gizli gizli ağlatan, isyan ettiren durum. Hayat bir oyun. Bizler de oyuncularız. Farkında olan insan için ise acı veren bir oyun.
Bazen her farkında olduğuna göre hareket edersin. Dışlanır, sürtüşür, üzülürsün. Çoğu zaman farkında olsan bile rolünü oynamaya devam edersin. İlk fırsatını bulduğunda da çeker gidersin.

Alkol
Alkol, ahlaki değerlerin/kısıtlamaların/çekincelerin bulunduğu beynin ön lobunu etkilediği için alkol alan insan, bu kısıtlamaların dışında hareket etmektedir.
Alkol alan insanın (adamına göre tabi) ahlaki bir kısıtlama olan her durumda, kısıtlamayı gevşeterek davranması olağandır. Bu sebeple alkol sonrası oluşabilecek durumları öngörerek hareket etmek gerekir.
Ha bazen sırf "yapılanı" alkole yıkmak için öngörüde bulunarak bu işe giren de olur ki biz ona halk arasında ... diyoruz.

İhanet
Böbreğini verdiğin dostun, dostluğuna ihanet ederse, tek böbrekle yaşamak zorunda kalırsın. Ya kalbini verdiğin sevgilin ihanet ederse?"

Satış - Arkadaşın Satışa Getirmesi
Genellikle bir çıkar sonucu güvenilen bir dostun güveniniz dışında hareket etmesine denilir.
Gene genellikle erkekler için kadın, kadınlar için erkek 'çıkar malzemesi' olduğunda satış hemen gerçekleşir. Diğer durumlarda satış süreci biraz daha uzun sürer.

Günah Keçisi
İnsanoğlu günahlarından arınmak için her zaman bir suçlu (günah keçisi) bulur ve tavsan boku gibi tüm olayların sorumluluğunu karşısındaki insana atan tavrını takınarak olayları 'sürekli haklı' algılamaya ve 'sürekli haklı tepkiler' vermeye başlar.

Zombi
Uzun süre konuşmadığınız bir yakınımızın neye dönüştüğünü gördüğümüzde şaşırırız. Arada sırada hayata yönelik bakış açılarını kontrol etmek ve gerekirse müdehale etmek gerekiyor. Zira hayat dolu olduğunu bildiğimiz birisine bir bakmışız ki o güleryüzün altında hayata dair tüm umutlarını yitirmiş bir benlik var.

Tecrübe
İnsan, en kötü tecrübesini hafızasının en derinine kazır ve hep ilk onu hatırlar.

Yapmacık
İnsanın uzunca bir dönem ağzına sıçılıp sonra bir gün 'ce' yapıldığında zoraki gülümsemesinin gerçekliğini anlatmak için kullanılabilecek tek kelimedir.

Şikayet
Tam şikayet edileceği sırada durup çözüm bulmak için kafa yorulduğunda % 90 oranında azaldığı görülen eylemdir.

Konuşmama Kararı Almak
Hadi "seninle konuşmuyorum" neyse de "seninle konuşmama kararı aldım Tankut" falan çok tikky be, "vur amele sümüğü gibi yapıştır duvara, elini korkak alıştırma" diyesi geliyor insanın.

İnsan
İhtiyaçlarının üst sınırı olmayan ve kendisine sınır koymadığında mutsuz olan yaratık.

Tepki
Tepki vermek, bir çok insanın bilinçli bir şekilde yapamadığı eylemdir. Bazen tepkisiz kalmak gerekir, bazen gülmek, bazen ti'ye almak, bazen sinirlenmek, bazen de gemileri yakıp yola koyulmak.
İnsanın sosyal statüsünü belirleyen faktörlerden biri de tepki seçimleridir.
Hangi olaya nasıl tepki verileceğini doğru ayarlayabilen insan lider insandır.

Kilo Değil Gaz
Bayanların genellikle karınlarındaki şişlikleri açıklamak için kullandıkları klişe sözlerden biridir. Diğeri ise "kilo değil hastayım" klişesidir.
Göbek o göbek, hem de ayva göbek...

İyi ki varsın
İyi ki varsın denilen insanlar, genellikle aile, sevgili ve dosttan oluşan, hele ki üçü bir arada ise tadından yenmeyecek insanlardır. Sürekli birlikte vakit geçirmek istenilen, mutluluğu, hüznü ve acıları paylaşmak için yegane insanlardır.
Bir de "iyi ki yoksun" dediğimiz insan vardır ki, o, çokça acı vermiş ve çokça yüreği burkmuştur. Uzak olsun da ne hali varsa görsün...

Evli Kadınla Aşk
Evlenmeden önce "canım, cicim, aşkım, prensim" diyen bekar bir kızın evlendikten sonra "ah herif! evlendik evleneli daha gün yüzü göstermedin" demesi halinde zor olan aşk.

Kafasına Vurma Aptal Olur
Genellikle çocukların kafasına vurulduğunu görenlerin kullandıkları sözlerden biridir. Deyim halini almıştır. İşin ilginç yanı kafasına vurulan çocuklarda da genelde bir embesillik vardır.

Peder
Babaların "peder" sözüne alınması kadar "kayınpeder" sözüne alınmaması da ilginçtir.

Sorgulamak
'İnkar etmek' ile karıştırılan veya bu anlamda da kullanılan kelimedir.
Örneğin x konusu ile ilgili olarak şu tarz ifade ya da düşüncelere şahit olabilirsiniz:
- Yahu neden direkt kabulleniyorsunuz? neden sorgulamıyorsunuz?
Fakat bu kelimeyi kullanan insan sorgulama eylemini inkar etme anlamında kullanmıştır. Kendisi o konuyu sorgulamıştır ve inkar etmiştir ama karşısındaki insanın da sorgulayıp kabul ettiğini kabul etmek istemediği için bu kelimeyi kullanır. Sanki x'i her sorgulayan kendisinin ulaştığı sonuca ulaşacak sanır.

Kendini Görünmez Hissetmek
Platonik aşıkların en çok hissettiği durumdur.

Eleştirmek

İnsanı itici yapan en önemli faktörlerden bir tanesi eleştirmektir.
Eleştrinin de (hani hissedersiniz ya) hiçbir doğru kısmına bakmadan 'sadece ve sadece karalamak amacı ile' yapılanı iticidir.
Bu mesnetsiz eleştrilerde bulunan kişi, psikolojik rahatlama sağlar fakat ortamı ve karşısındakini gerer.
Mesela bir genel müdür düşünün. Futbolla ilgili bir konuda, "tabi ya, bak sonuçlar kötü, teknik direktör istifa etsin!" der fakat kendi şirketi de zarar ediyordur ama dötünü koltuğa yapıştırmıştır.
Örnekler çokça çoğaltılabilir. Hakikaten insanlar bilmedikleri, yapmadıkları, tecrübeleri olmayan işlerle ilgili sallamayı severler. "Ben başbakan olsam bilmem ne yaparım" ya da "Ulan benim o kadar malım olsa bilmem ne yaparım" diye.

Yanlıştır. İticidir fakat insan doğasında olan bir şeydir ve itici olduğunu bilip böyle davranışlarda bulunmamak da insanlar arasında fark yaratan unsurlardan biridir.

Herkes mükemmel olsa? Bu sefer de insanlardan hiç biri farklı ve özel olmayacak
önemli olan farkında olmak ve yapmamak. Bunu yapmayarak da diğerlerinden farklı olabilmek.

Bil Bakalım Ben Kimim?

- Alo
- Alo
- Kimsiniz?
- Aa tanımadın mı?
- Yo sesinizi alamadım. Kimsiniz?
- Aşkolsun
- Ya kardeşim söylesene kimsin?
- Yazıklar olsun tanıyamadın ha!
- Çat!


Bunu yapan insanlardan nefret ettiren, saçma sapan, gereksiz cümlelerden biridir.
Genellikle telefonda kullanılır. Karşı tarafı tanımadığınızı belirttiğiniz zaman, karşı taraf işkence ettirmeye başlar. "Aşkolsun sesimi nasıl tanımazsın?" diye.
Bu işlemin basit bir çözümü var.
Karşınızdaki insan -kim olursa olsun- böyle bir telefon görüşmesinde ısrarla ismini söylemiyorsa ya da mesaj atıp kim olduğunu söylemiyorsa, en güzel şey suratına telefon kapatmak ya da mesajına bir daha cevap vermemektir. Emin olun özür dileyerek geri dönecektir.

Yalnızlık

Kişinin kendi iradesi dışında gerçekleşiyorsa, yani kişi yalnız kalmak istemiyorsa, diğer insanlara karşı hal ve hareketlerine, tavırlarına dikkat etmesi gerekir. İnsan yalnız bırakılıyorsa itici ya da marjinaldir ya da yanlış yerdedir. Sesi nefesi diğer insanlar tarafından itici bulunur ve yalnız bırakılır.

Kişinin kendi iradesi ile gerçekleşiyorsa yani kişi yalnız kalmak istiyorsa, muhtemelen acıya dayanamayan, sevdikleri tarafından acı verildiğinde insanlığa, sevgiye, aşka, dostluğa olan inancını sürekli yitiren ve acı çekmemek için insanlarla bağ kurmamaya çalışan kişidir. İnsanın sevdiklerinden gelen acı yüreğini incitir. Bu öyle bir incinmedir ki o kişiden uzaklaştırır. Sesi, nefesi acı verir. Kaçar insan. Bu sebeple yalnızlığı seçer.

Senden Bir Acım Olsun İstiyorum

İnsan bazen de sadece "bir acı yaşamak" için bilinçaltının yönlendirmesi ile her olayı müstakbel ve kendisini özel hissettiren "acısı" lehine algılamaya başlar.
Ne yazık!
İşte hepimizin yaşadığı "anlatıyorum ama inanmıyor" durumu budur.
Eğer acı çektiren pozisyonundaki kişi anlatmaya, düzeltmeye çalışıyorsa sonunda acı çekmeye hevesli olan da, acı çektiren de acı çeker.
Bir insan acı çekmek istiyorsa onu kimse engelleyemez. Hem kendine, hem de iyi niyetli partnerine acı çektirir.

Değer

Kişi kendisine değer verir. Kişi kendi için yaşar. Hissettiği tüm duygular kendisi ile ilgilidir. Sevgilisi terkettiğinde üzülür ama kendisi için. Sevgilisi aldattığında üzülür çünkü toplumun "boynuzlu" adı altında kötü bir anlam yüklediği sıfata haiz olduğu için, örnekler çoğaltılabilir...

"Değer" kavramı insanın direkt kendisi ile ilgilidir.

Aşık Veysel'in "Güzelliğin on par'etmez bu bendeki aşk olmasa" mısrasında olduğu gibi "Varolmuş olmak algılanmış olmaktır". "Ben varsam varsın, yoksam yoksun"dur.

Aslında hiçbir şeyin değeri kendiliğinden oluşmuyor.
Biz ona bir anlam yüklediğimizde o değerli bir şey oluyor.

Son bir örnek: Siz bir erkeksiniz ve egonuza göre süper bir insansınız. Bilgi, yakışıklılık, anlayış, düşünce v.s. belkide tanıdığınız tüm kadınlar size çok büyük değer veriyorken sevdiğiniz kadının gözünde bir hiçsiniz. Hani değer?

Demagoji

Bütün demagojiler saçmadır. Demagojiye bir örnek:
Mesela bir konuda haksızlığa uğrayarak suçlanmışsınızdır.
Konuyu da içinize atıp acınızı içinizde yaşamışsınızdır.
Daha sonra bir gün konu açıldığında:
"- Niye konuşmadın? Suçsuzluğunu ispatlamaya çalışmadın?"
şeklinde bir demagojik cümle ile karşılaşırsınız.
Aynı şekilde mesela yukarıdaki gibi içinize atmayıp suçsuz olduğunuzu ispatlamaya çalışırtığınızda ise:
"- Zaten suçsuzsan niye suçsuzum diyorsun ki? Neyi ispatlamaya çalışıyorsun?"
şeklinde gene demagojik bir cümle ile karşılaşırsınız.
Aslında olay muhatabınıza bağlıdır. O illaki sizin yanlış olduğunuza odaklandığı için ne tür davranızsanız davranın 'hep haksız ve yanlış davranan' olacaksınızdır.

Demagoji, saçma, muhatabını hayattan ve insanlardan bezdirecek, belli bir süre demagojiye maruz kalan insanın hiç konuşmayıp insanlardan uzaklaştıran bir davranış kalıbıdır.

Bilmemek

Bilmemek insan psikolojisini etkileyen en önemli şeylerden biridir. İnsan bilmek ister, her şeyi bilmek ister. Bilmek istediklerinin kendisine ne vereceğini umursamaz. Sadece bilmek ister. Öğrendikleri bazen kendisine mutluluk bazen acı verebilir. Örnekleme yaparsak, insanlar sevgililerinin kendilerini ne kadar sevdiklerini bilmek isterler, çalışanlar yeni yılda maaş zammı yapılıp yapılmayacağını bilmek isterler, yola çıkan insanlar otobüsün geleceği saati bilmek isterler... Kısacası insan sınırısız bir şekilde gelecek ve geçmiş ile ilgili bilgileri öğrenmek ister. İşte bunun olmadığı/olamadığı durumlara bilmemek denir.
Bilmemek çoğu zaman insanı huzursuz eder. Hani yaşam şeklinde bir değişiklik olduğunda "düzenim bozuldu" diye düşünür ya insan, aslında bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi de bir çok "bilmediği" durumla karşılaşmasıdır.
Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Örneğin bir çoğumuz bir saat sonra ne yapacağımızı biliriz. Bir gün sonra ya da 15 gün sonra olacakları da az çok kestirebiliriz. Mesela x saat sonra eve gideceğim, yemek yiyeceğim, tv'de maç izleyeceğim, dvd'de film izleyeceğim, sevgilimle konuşacağım, traş olup yatacağım, sabah saatin sesine kalkıp işe gideceğim ... v.s. Bu, bilinçli olmasa da insana huzur verir çünkü en azından önündeki bir kaç günde olacakları az çok bilir. Kendini güvende hisseder. Fakat bilmemek huzursuzluk verir.
Bilmemenin verdiği huzursuzluğa da bir örnek vermek gerekirse, erkekler için askere gittikleri ilk günler gösterilebilir. İnsan askere gittiğinde ilk günlerde 5 dakika sonra bile olacakları bilmez. Sürekli sizi toplayıp sıraya sokarlar ve ne yapacağınızı gidene kadar öğrenemezsiniz. Her toplandığınızda nereye gittiğinizi ve ne yapacağınızı düşünürsünüz. İşte bu müthiş rahatsızlık verir. Psikoloji bozar. Özellikle gelecek kaygısı ve gelecekte olacakları tahmin bile edememek huzursuzluk verir.

Kısaca, Bilmemek = Huzursuzluk

İçinde Kedi Ölmüş gibi Osuran İnsan

Her insan osurma fiili ile dalga geçer ama sağlıklı her bünye osurur. Osurmam diyen yalan söyler.

Osuruğu gelen insanlar çeşitli şekillerde bu osuruğu dışarı atar. Kimi devlet senfoni orkestrası gibi sesli atar. Kimi ise gizli kapaklı sevişen sevgililerin fısıltısı gibi sessiz ve derinden atar.

Bu osurma eylemin yaparken de farklı fiziksel durumlara girer. Öncelikle çevresini kontrol eder. Çevrede bu ihtiyacını giderdikten sonra utanma duygusuna yol açabilecek insanlar var mı bakar. Eğer çevrede gürültü yoksa keyif için hatta kendini de zorlayarak çıkabilecek en yüksek sesle osurur.

Eğer çevrede "oha lan ayıp, hayvan!" diyecek kimse yoksa sessiz bir biçimde kıçını sıkar ve inceden inceye osurur. İşte en tehlikeli osuruk budur. Zira sessiz osuruk her zaman kokar.

Bir de içinde kedi ölmüş gibi osuran insan vardır. O özel bir insandır. O osurduğunda cam çerçeve açmak fayda etmez. O osurduğunda gözlerden yaş gelir ama gülmekten değil. O osurduğunda odayı terketmekten başka bir yol yoktur. O genelde tatilde akşama kadar havuza girip açık büfeden eline geçeni midesine indirdiği için bağırsakları envai çeşit enzimle içerisinde atom bombası imal eden kişidir. O efsanedir. O ailenizde sahip olmamanız gereken bir kişidir.
O otobüste mağdurların kaçacak yeri olmaması sebebiyle seyahat etmemesi gereken,
belli bir süre dayandıktan sonra yanınızdaki yolcuya dönüp "hakkını helal et kardeş" diyip elinizi burnunuzdan çekmeniz sonucu tahminen 30 saniye sonra bayılmanıza sebep olan, metan, bütan, propan, götan kimyasallarının üreticisi hayvandır.

Babalar ve Oğullar

Babalar hiç bir zaman oğullarının çağında yaşamadıkları için oğullarının eylem ve hareketlerini anlamazlar. Bu sebeple aslında aşağıdaki örnek diyalog komiklik olsun diye değil, farklı bir durumu tespit amacıyla yazılmıştır:
- Oğlum dün gece ne konuştunuz öyle vır vır saatlerce?
- Ya baba hiç işte zamane kızları böyle boş boş saatlerce konuşuyoruz.
- Gereksiz bir şey oğlum öyle saatlerce konuşulur mu?
- Biliyorum baba gereksiz olduğunu, benim de hoşuma gitmiyor ama şimdiki kızlar böyle
- Ama hata sende. Baştan prensiplerini koyacaksın.
- Baba öyle prensip koyma ile ilgili değil bu durum. Daha önce de prensipleri koydum ama olmuyor. Şimdiki kızların hepsi aynı. Telefonu kapatmazsan sabaha kadar konuşurlar.
- Oğlum sen bilmiyorsun işi. "Yeter" diyeceksin. Tavrını koyacaksın.
- Baba saygısızlık etmek istemem ama zaten bu yaşa kadar öyle yaptım. "Yeter, bu kadar uzun konuşmayalım" dedim ya da "seninle saatlerce alış verişe çıkmam" dedim. Gereksiz gördüğüm her şeye tavrımı koydum ama hep koptu ilişkiler. Şimdiki kızlar farklı. en sağ kesimden en sol kesime kadar, türbanlıdan mini etekliye kadar, ilkokul mezunundan üniversite mezununa kadar hepsi bazı konularda aynı davranıyorlar. Telefon ile konuşma hususu da bunlardan biri. Hangisi olursa olsun, telefon ile konuşmak istememen sıkıntı yaratıyor. Sen şimdi evlisin. Farklı düşünüyorsun. Sana da hak veriyorum. Doğru söylüyorsun. O kadar uzun konuşulması gereksiz ama bunu da yapmayınca olmuyor işte. Bak 30 yaşıma geldim hala bekarım.
- Yok tavrını koyacaksın baştan. Sende hata var.
Bu fasit dairenin içinde tartışma devam ederken anne oğlunu destekler tarzda lafa karışı ve çocuk fasit daireden çıkarken anne fasit daireye girer ve bir sonuç alınamayan baba-oğul diyaloğu, hiç bir zaman bir sonuç alınamayan baba-anne diyaloğuna döner. Oğul da bu arada sabah tekmilini vermek üzere telefonun başına koşar.

Gitmek

Hayatta asla taviz vermemek gerekiyor. Hem de hiç!
Kan bağınız olanlar dışındakileri asla affetmeyin ve ne yaparsanız yapın hiç birinden de af dilemeyin. Olan olmuştur ve asla olan unutulmaz. Asla hiç bir şey eskisi gibi olmaz. 'Affettim seni' sözleri ileride acısını çıkartmak intikam almak için üzeri kapalı bir tekliftir.
Yersen!
Bilinçli bilinçsiz ilk vurabildikleri anda vururlar hem de hiç acımadan hem de nereye biliyor musunuz? En acıyacak yerinize. Daha önce güvenip de gösterdiğini yaralarınıza vururlar
hem de hiç gözlerini kırpmadan. Sildimmi tam silin ve asla hiç kimse üzülecek diye üzülmeyin. Herkes sizsiz yapabilir ve yapıyorda. Siz de diğer insanlar olmadan yapmaya çalışın. Kimse eşsiz değildir. Herkesin yeri doldurulabilir. Bir gün çekip gidin yada bırakın bir daha da geri dönmeyin.

Lafını Esirgememek

Lafı esirgemeyen insan, bir sıkıntı ile karşılaştığında bunu dile getirmekten çekinmeyen insandır.

Güzel, iyi, rahatla, söyle, oh...
At içindekileri kurtul, nereye gittiğine bakmadan...
Sana sıkıntı yapana şeyleri söyle kurtul...
Yeri geldiğinde lafı gediğine sok...
Ee ne de olsa karşındaki taştan yapılmış...
Hatta tepki vermiyorsa tekrar söyle...
Uzat konuyu...
Tekrar tekrar söyle...
Ee ne de olsa karşındaki taştan yapılmış...
Bazen söylediğinin hatalı olduğunu anla yumuşak davran ardından bir düre geçince giydir tekrar lafını...
Ee ne de olsa karşındaki taştan yapılmış...
Bak o kadar söylüyorsun bir şey yapmıyor...
Kesin uyuzun tekidir...
Hakettiği ne?
Tekrar lafını esirgememek, tekrar giydirmek...
Doğru ya senin sorun ettiğin şeyi sorun etmiyor...
Seni iplemiyordur kesin...
Hakediyordur...
Lafı esirgememek lazım değil mi?
Dönüp dolaşıp aynı konuya gelmek lazım...
Takıntı yapmak lazım...
Tekrar tekrar söylemek lazım...
Ee ne de olsa karşındaki taştan yapılmış...
Yarın yumuşak davranırsın her şey çözülür değil mi?
Evet evet lafı esirgememek lazım...
Zaten onun duyguları olsaydı değişirdi değil mi?
Değiştirmek için sürekli sürekli söylemek gerekir...
Aslında değişmeyeceğini biliyoruz ama en azından rahatlamak için aynı şeyi tekrar tekrar Söylemek gerekir değil mi?
En azından biz rahatlamış oluruz...
O da ne hali varsa görsün değil mi?
İçimize atmanın ne alemi var...
Söyleyelim kurtulalım...
Hem bak o hiç şikayet etmiyor...
Neden?
Çünkü ben mükemmelim...
Kendine dert edinebileceği hiç bir şey yok ki...
Bir eli yağda bir eli balda...
Ama ben?
Ben onun için ne fedakarlıklar yaptım...
Ama o...
Fedakarlık bile yapmıyordur...
Ay sıkıntı geldi...
Dur arayıp tekrar söyleyeyim...
Ee ne de olsa karşındaki taştan yapılmış...

İtici İnsan

Karşılaşıldığında bıkkınlık duygusu hissedilen, gördüğünüz anda muhtemelen ne söyleyeceğini tahmin ettiğiniz ve söyleyeceği sözlerde büyük ihtimalle sizi eleştirmeye yönelik sözler olacak insandır.



Bazı insanlar hayatlarını diğer insanları negatif eleştirmek üzerine kurmuşlardır. negatif eleştiri kronik bir hal aldığında iticidir. Hatta ilerleyen dönemlerde nefreti bile körükleyebilir.
Örneğin sigara sağlığa zararlıdır ama bir arkadaşınızı düşünün, sizi sigarayla her gördüğünde ya da nefesinizi, elbisenizin kokusunu her aldığında sigara içmenizle ilgili negatif bir eleştiride bulunuyorsa bilinçaltınız sizi yavaş yavaş o kişiden uzaklaştırır. Onu her gördüğünüzde ağzından çıkacak rahatsız edici sözleri önceden tahmin edebilirsiniz. Kaçarsınız.
(Ya da örneğin kilolu iseniz, sizi her gördüğünde şişman diyen ya da bu konu ile ilgili espri yapan bir dostunuzu düşünün. Sıkılırsınız, uzaklaşırsınız.)

Hayat

Hayatın hedefli hali (çoğu zaman bu 0-25 yaş civarıdır) monoton olmayan kısmıdır.
Altına sıçmamayı öğrenmek, yürümeyi öğrenmek, konuşmayı öğrenmek, ablaların göğüslerini (abilerin pipilerini) sıkmamayı öğrenmek, yazmayı öğrenmek, sınıftaki kızların pipisi olmadığını (erkeklerin neden ayakta çiş yaptıklarını) öğrenmek, ilkokul öğretmeni anne gibi görürken bu annenin kocasını baba gibi görememek, vücuttaki değişimler yüzünden birden saçma sapan bir şekle bürünen vücudumuzun, ergenlik denen olaydan dolayı böyle olmaya başladığını öğrenmek, kalbin yerinden çıkacakmış gibi atmasının aşk olduğunu, kalbin sıkışmasının acı çekmek olduğunu öğrenmek, her güzel şeyin kısa süreceğini öğrenmek, üniversitede haybeye geçirilen günlerin ilerde ne kadar çok arandığını öğrenmek, askerde kurulan dostlukların hiç bitmeyecek sanılmasına rağmen geri döndüğünde asker arkadaşlarını bir gün bile aramak istemediğini anlamak, çalışana elinden geldiğince çok iş verildiğini anlamak...

İşte bir çok insanın durakladığı yer burasıdır. Yaklaşık 25 yaş civarı olan bu durumda bir çok insan aile, okul varsa askerlik işlemlerini tamamlamış, iş bulmuş ve işini rutine bağlamıştır. Burada insan bir durur ve hayatı hakkında karar vermeye başlar. Bu ara döneme fırtınanın gözü de diyebiliriz. İşte bu noktada hayat monotonlaşmaya başlar. Her sabah kalk traş ol ya da süslen püslen. Hep aynı yoları kullan, hep aynı kişilerle aynı oda ya da ortama gir, hep benzer yemekler ... v.s.
Monoton diye tabir edilen insanı sıkan durum budur. Bu fırtınanın gözünün uzunluğu kişiye bağlı olarak değişir. Kimi kısa tutar, kimi uzun tutar.

İnsanlar genellikle bu durumdan evlenme ile çıkarlar. Çünkü evlenmek yeni bir hedeftir. Beraberinde hedefler de getirir. Para biriktirme, evlenme, ev alma, çocuk yapma, çocuğun büyümesi, çocuğun altına sıçmaması, misafirliğe gelen ablaların göğüslerini sıkmamasını öğretmek, sınıftaki kızların neden pipisi olmadığını öğretmek...
Hayat tekrar bir hedefler silsilesi haline gelir, tabi ki bu durum da içinde monotonluk barındırır ama fırtınanın gözündeki monotonluk kadar keskin değildir.

Sonra ölürüz. İki melek gelir, yeni bir heyecan başlar, bir iki soru sorarlar giderler. Gene uzunca bir monotonluk başlar. Sonra İsrafil adlı meleğin borusunun sesini duyarız. Böyle bayağı bir sarsılır mezarımız. Sanki yukarda kıyamet kopuyormuş gibi sonra bir bakarız cümbür cemaat her bir kimsenin olduğu yerdeyiz. Geçebiliyorsan cambazlık yapıp bir ipin üstünden geçersin, geçemezsen survivor-fear factor gibi bir yerde, yakıcı güneş altında börtü böcek yiyip heyecanın içine dalarsın...

Bitti lan!

Hayat

Hayat;
Bazen başında, bazen ortasında, bazen en mutlu haberi almışken, bazen de en mutsuz anda göz yaşları içinde ama ne olursa olsun eninde sonunda bir gün biten,
Geriye dönüp bakıldığında; aynı sözlükte geçmişte yapılan tanımları okurken hissedildiği gibi "ota boka ne kadar çok zaman harcamışım" diye düşünmenize yol açan,
Genellikle kontrolümüz dışında gelişen olaylarla bir o yana bir bu yana savrulduğumuz,
"Yok ya ben ufacık şeylerden bile mutlu oluyorum" diyen insanın bile aslında kendini kandırdığını bile bile bu cümleyi sarfettiği,
Hep ama hep mücadele içinde olduğunuz ama bir türlü tam olarak istenilen şeylerin gerçekleştirilemediği,
Nedense sürekli eleştirildiğimiz ve insanların 'yanlış anlama'yı gelenek haline getirmesi sebebiyle en ufak boşlukta bile zihninizi sürekli saçma sapan düşüncelerle doldurduğunuz,
Hep bir meşguliyet içinde geçmesi gereken, bir meşguliyet - hedef olmadığında içinden çıkılamaz duygu yoğunlukları yaşanan, bir çok doğru kararın bir hedefe ilerlerken alındığı, bir çok yanlış kararın da hedefsizlik halinde ortaya çıkan duygu yoğunluklarında alındığı,
Kadın ve erkeğin farklı karakter özelliklerine sahip olması yanında birbirlerini anlamak için hiç zahmet göstermemeleri ama aynı zamanda beraber yaşamak ya da en azından bir süre bir şeyler paylaşmak zorunda olmaları sebebiyle bir arada bulunmaları gerektiği ve acıların bir çoğunun bu durumdan kaynaklandığı,
Farkında olan insanların daha çok acı çektiği,
Bir çok insanın boş olarak geçirdiğini son zamanlarında farkettiği,
Ciğerlere giren ilk hava ile başlayan ve beyine oksijen gitmemesi ile son bulan canlılık belirtisidir.