Küfür Etmenin Erkekler Üzerindeki Pozitif Etkisi

"Bu dahil bütün genellemeler yanlıştır" - Nietzsche

Küfür etmenin erkekler uzerindeki etkileri negatif ve pozitif olabilmektedir.
Negatif etki mor bir göz olarak insana geri dönebilir fakat bazen de pozitif etki yaratıp "ağzı laf yapana" avantaj sağlar.

Laboratuvar şartları:
- Erkek erkeğe bulunulan ortamlar. (Bayanların yanında ters tepki verir)
- Mümkünse arada samimiyet bulunması.
- Samimiyet yoksa ast-üst ilişkisi bulunması.

Örnek Tespitler:
Askerlik: Askerde iken "yerleri süpürebilir misiniz?" diyen bir çavuşa hiç kimse saygı duymaz . Fakat. "Şuraları süpürün mına goyum" dediğiniz zaman milletin koşuşuturduğunu görebilirsiniz.
İş Yeri: - "Şunların fotokopisini çekebilir misin?" dediğinizde suratınıza mal mal bakan personele "Ziktiret o işi, gel bana yardım et, şunlardan birer tane çek, zkecem bu herifi" dediğinizde arkadaşınız ya da personeliniz kuzu kuzu fotokopi makinasına doğru gider.
Arkadaşlık: - "Şunu bu akşam bana ödünç verebilir misin?" dediğinizde arkadaşınız sahip olduğu şeyi size vermez fakat "bi s.git lan, ne biçim arkadaşsın olm" dediğiniz zaman tıpış tıpış verir.

Örnekler çoğaltılabilir ve böyle bir tespit yapılabilir. En çok askerlikte işe yarar.

Hatta örneklere devam edelim:
- Sana bir dosya göndericem bir bakabilir misin?
- Ya abi şimdi meşgulüm biraz.
- Oku lan .mına koyum adamı hasta etme

ve o dosyaya % 90 ihtimalle bakılır.

Hadi ağzımızı bozduk bari argo bir sözü de yazıp rahatlayalım.
Sonuçta ne yazıyorsak psikoloji falan filan için yazıyoruz.
Alışın Kuvvetli Olması
Argo sözdür. Genellikle erkekler arasında kullanılır. Bir erkek başka bir erkeğe bir iş yaptırırken, işi yapacak olan kişi huysuzluk ederse kullanılır.
İlginçtir ki işe yarar.
Örneğin şu şekilde sıkça kullanıldığı tespit edilmiştir:
- Al şunları yerden raflara diz.
- Niye ben alıyorum?
- Senin alışın kuvvetli olm. Bi'şey olmaz.
(ve o kişi genelde onları yerden alıp dizer)

Mantığın Bittigi Yerde Askerlik Başlar

O kadar öküzü idare etmek için kuralların iq 60 seviyesine göre tasarlanması normal olduğu için mantıksız önermedir.

Disiplin, eş zamanlı hareket, eşit askeri bilgiye sahip olmak bir ordunun kalitesini belirler. Bir hareketi bir kerede de öğrenen adam var. Bin kerede de. Hatta hiç öğrenemeyen de var. Fakat olası savaş halinde yanınızdaki asker sizinle aynı disiplin altında değil ise ve yapması gerekeni hem bilmiyor, hem de yapamıyor ise işte o zaman siz daha kolay bir hedef haline gelirsiniz. Bu sebeple insanlar zaten genel anlamda kabaca zeka gruplarına göre faklı pozisyonlarda, farklı görevlerle değerlendiriliyor. Fakat eğitimler ve kuralların konulmasında iq 60 mantığına göre düzenleme yapılıyor.
Ağaca selam vermek mi? Evet adam selam vermeyi öğrenemediyse ya da disiplinsiz ise yaptırılır. Kafası çalışan adama zaten böyle bir şey yaptırılmaz. Kaza yapan ya da görevini yapamayan askeri teçhizata ceza verilmesi mi? Evet savaş anında çalışmayan askeri araçlar eğitim birliklerine gönderilir. Cepheden uzağa, olası bir çatışmada gene çalışmama ihtimalinin önüne geçmek için yenisi ile değiştirilir.

(Ben eğitim çavuşluğu da yaptım. Ne çektiğimi ben bilirim.)

Yönetim

Tarih boyunca insanları yönetmenin tek bir yolu vardır. O da "içlerinden bir tanesini oyunun dışında bırakmak". Eski çağlarda bu olgu kurban ve cinayet şeklinde uygulanırken çağımızdaki uygulamalar daha softtur. Örneğin kurallara uymayan futbolcuyu kırmızı kart göstererek atarsınız ya da alkollü araç kullananı trafikten men edersiniz yahut kamu düzenini bozan kişiyi hapse atarsınız.

'İnsanları korku ile yönetmek' insani gözle değerlendirildiğinde iyi bir şey değildir fakat yönetim bilimi açısından değerlendirildiğinde insanların, 'kurallara uymadıklarında oyunun dışında kalacaklarını, dışarıdan seyredeceklerini' bilmeleri ya da kurallara uymayanlara verilen cezaları görmeleri gerekir.

Bir örnekte iş dünyasından. Gözlemlediğim iki şirket var. Bir tanesi her sene ortalama bir iki personeli 'performans düşüklüğü ve yetersizlik' sebebiyle işten çıkartıyor. Diğer firmada ise devlet ile uzaktan bir akrabalığı bulunduğu için işten çıkartma vakaları sık görülmüyor.

Şimdi, insani gözle bakıldığında, bir insanın işine son verilmesi son derece kötü bir olay fakat verilen örnekteki şirketler incelendiğinde işten çıkartma eğilimi gösteren şirketin personelinin iş açısından daha diri, titiz ve çalışkan olduğu görülebilir. Fakat iş garantisi olan şirkette ise bir işinizi yaptırmak ölümden beterdir. Sürekli personelin kişisel kaprisleri ve uyuşukluğu ile boğuşursunuz.

Bu sebeple 'yönetici' olacak kişilerin İngiliz mantığıyla ipi sağlam, Arap mantığı ile kılıcı keskin olması gerekir.

Keyfi uygulamalar mı? O zaman da yöneticinin yöneticisinin kılıcı keskin olmalıdır.

"Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir."
- Mustafa Kemal Atatürk -

İş Namustur

İnsanın iç huzuru yakalayabilmesi için edinmesi gereken ilke.
Hayatta bir çok şeyden vazgeçebilme, fedakarlık edebilme yetisi.
Yediği ekmeği rahatlıkla sindirebilme.
Dimdik durabilme yeteneği.
Onurlu yaşam.

Sana Tokat Atana Diğer Yana Uzat

Hıristiyanlık inancı ile dünya kültürüne geçen ifadelerden bir tanesidir.
Konu ile ilgili yaptığım araştırmada matta incilinde aşağıdaki ifadeyi buldum.
Matta 5:39
"ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin."
Yorum: Hıristiyan inancında olan bu fikri incelemek ihtiyacı hisseden kişinin -tüm araştırmalarda olduğu gibi- sadece bu ifadeye değil öncesi ve sonrasındaki ifadelere de bakması gerekir.

Matta incilinin ilk kısımları öğütleri içermektedir. Kabaca özetlersek düşmanlarınızdan nefret etmeyin, günah işlemeyin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin, size vurana sağ yanağınızı gösterin...

Kutsal kitaplar her zaman iyiyi doğruyu söylerler fakat insanlar bu öğütleri bu doğruları işlerine geldiği gibi algılarlar.
Bu öğüt de bu öğütlerden biridir ve her zaman olduğu gibi dönemine göre algılanmıştır.
Mesela günümüzde tokat atanı bombardımana tabi tutmak gibi!!!
ya da gene İncil'de bulduğum Romalılar 12:9-21 "...Düşmanın acıkmışsa onu doyur, susamışsa su ver..." ifadesi gibi.

(Bkz: Guantanamo üssü)

Edebiyat

Betimleme, edebiyatın en önemli unsurlarından bir tanesidir.
Okuduğunuz bir kitaptaki (bir edebi eserde) hikayede;
Çocuk, adam yada kadın bir memurun yada görevlinin önündedir. Görevli onunla ilgilenmez bile. Yazar da o kişiyi betimlerken yerin dibine sokar. Örneğin:
"... bit pazarından alındığı her yerinden belli olan bir ceket ve camları puslu bir sonbahar sabahı gibi kirli gözlükler takan görevli ..."
Bu ne aşağılama be! Ne var ulan? Ben de aynı durumu yaşıyorum çoğu zaman. Hiç kimse diyor mu? O adamı o hale nasıl getirmişler? Kaç paraya o işi yaptırıyorlar? O an ne ile uğraşıyor da müşteri ile ilgilenemiyor diye... Yeter be!

Güzel Kızlar Osurur mu Sorunsalı

"İçinde bok taşır bu insan".
Evet insanoğlu içinde bok taşır.
En güzel kız da olsa, en yakışıklı insan da olsa içinde bok da taşır osuruk da!

Çisim Geldi

Forrest Gump filminde kullanılan bir espridir. Forrest (Tom Hanks), her heyecanlandığında (ABD Başkanı'nın karşısında bile) "çişim geldi" diyerek ortamdan uzaklaşmaktadır.
Filmin içinde hoş bir espri olarak bulunmaktadır.
Çünkü filmde bulunan zekası gelişmemiş Forrest Gump karakteri için uygun bir davranıştır. (aynı şekilde koşarak Amerikayı bir uçtan bir uca dolaşması, her şeyi bırakıp karides işine girmesi v.s. gibi)
Bu espriyi ilk olarak şarkıcı Tarkan Tevetoğlu tv kameraları karşısında kullanmıştır. Daha sonra da Deniz Akkaya aynı yanlışa düştü.
Şahsen ayıp olarak nitelendiriyorum. Ayıp Tarkan ve Deniz çok ayıp.
Farketmediniz belki ama filmdeki zekası gelişmemiş bir karaktere benzemeye çalışıyorsunuz. Yapılan hareket onun için normal ama ya sizin için?
Sonuçta siz milyonlarca gözün örnek aldıkları kişilersiniz.

Haç Kolye Takan Müslüman

Ama ama ama ama ama sen şimdi böyle 2 yaşından itibaren çocukların beynine;
- Şoovalyelik, (Ben Arthur'um lan, sen büyücü ol)
- Büyücülük, (burası da Sırlar Odası olsun, evciliği daha sonra oynarız, Belâ Nur. Sen şimdi bin şu süpürgeye. Sen cadı ol.)
- Vampir Hikayeleri, (Vampirden kaçan bir genci gördüğünüz bir filmi izlerken, hadi lan kiliseye gir de kurtul diye düşünmediniz mi hiç?)
- Şükran günü yemeği, (Ayy Jack'i de çağırmadılar bak gene)
- Günah çıkartma, (Bak görüyor musun Nichol'ü. Şimdi hayatına yeniden başlayabilir, arada yapmak lazım kız, valla)
- Yatağın kenarında diz çöküp dua etme, (Aferin Mel Gibson'a. Bak ne iyi baba)
ve saire... soktuktan sonra niye şikayet ediyorsun ki benim Canım Türkiyem.
Çocuk sana mı inanacak televizyona mı?
Tabi ki televizyona!!!

Golf

Sevgilim bir okulda öğretmen. Bir anektod anlattı. Ders sırasında, 5 sınıflara kitaptaki çelik çomak oynayan çocukları göstererek sormuş:
- "Bu resimdeki çocuklar ne yapıyorlar?". Çocuklar hep bir ağızdan:
- Golf oynuyorlar öğretmenim.

Sor bakalım kaç tanesi hayatı boyunca bırak golf oynamayı, canlı olarak golf seyretti?
Kültür gitti diyorum da kimse beni iplemiyor!!!

Issız Adaya Düştüğünde Yanına Alacağın 3 Şey

En meşhur geyiklerden birisidir. Daniel Defoe'nin Robinson Crusoe'si ile (-ki o da çalmış diyorlar) kütüphanelerimize, çizgifilmlere, filmlere ve dağarcığımıza girmiş, sonra ikili sohbetlerin ardından internet forumlarının en meşhur geyiklerinden biri olmuştur. Aslında olay insanın ıssız adaya düşmesinden çok, sınırsız istek hakkı olsa en çok nelere sahip olmak istediğini sorgulamasıdır.

Hayatta en çok neye %100 sahip olmak istendiği sorgulanır. Çünkü insan sevdiği bir şeyin mutlak mâliki (tek sahibi) olmak ister.
Buradaki ıssız ada, mutlak hakimiyeti temsil eder.

Tabi soruyu "mutlak hakimi olmak istediğin üç şey nedir?" diye sorunca "ne diyon lan sen?" cevabını almak kaçınılmaz olduğu için anket ve tatil ambiansı verilerek, "ıssız adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir?" şeklinde sorulmaktadır.